Hep böyle oluyordu. Önce kızıyor ve hatta tüm köprüleri yakıp yıkıyor, geride hiçbir şey bırakmıyordum. Yetmiyormuş gibi bir de izleri silme derdi çıkıyordu. Büyük bi hırsla onları da hakediyordum. Ve sonuç! Kocaman bi mutsuzluk halkası daha ekleniyordu, boynumdan yıllar yılı sarkan kırgınlıklar zincirine. Değdi mi şimdi?
...
Bence değmiyor, hem de hiç! Bu şekilde kaç kalp ülkesini harap ettim, kaç gönül diyarını yıktım, bilmiyorum.
Ne zamandı, bunu da hatırlamıyorum. Bir radyo programında dinlemiştim. Şöyle diyordu spiker: ‘Ne zaman ki bir dert seni buldu, işte tam da o anda terk et orayı! Kendi içinde ara mutluluğu.’ Aman ne kadar hoş! Ne kadar da kolaymış; terk edecekmişim orayı! İyi de nereye gideceğim? Nerelere kaçayım? Derdim zihnimle beraber benimle gelmeyecek miydi? Offf.. Sorular, sorular, sorular. Neden aklıma hiç cevap gelmiyor ki? Neden aklıma her şeyin ilk etapta –ki çoğu zaman tek ihtimaliyle– hep olumsuz tarafı geliyordu?
Sonra bir gün sen çıktın karşıma. Ve hayatımdaki bir dönüm noktasını da seninle beraber döndüm. Ama ne dönüş. Sen bana bilmediklerimi öğrettin. Bana ‘ben’i öğrettin. İlk gündü belki de, bana şöyle demiştin, ‘Bırak şu kendini bir kenara!’. Anlamamıştım seni ve hatta komik mi desem, saçma mı desem, öyle tuhaf şeyler düşündüm senin hakkında. Ne kadar da garip bir şeydin sen!
Sen…
Sen ne güzel şeydin.
Yılların götürdüğü onca şeyden sonra şimdi sen çıkmıştın karşıma ve bana ne kadar da benziyordun! Acaba sen, ben miydin? Yoksa ben mi sana benziyordum? Ama bunun ne anlamı vardı. Şimdi sen yanımdaydın ve bana ‘ben’i tanıtıyordun. Sende buluyordum, yılların eksikliklerini...
Mesela senden öğrendim, çok sevdiğim ama fedakârlık yapamadığım bir şeyi aslında o kadar da sevmediğimi.. Sevseymişim eğer onun için de çaba sarf edebileceğimi fark ettim. Ve seninle birlikte kazandım onu da, bir çok şey gibi. Dedim ya, sen bir başkaydın işte.
...
Ve artık öyle olmuyor, hemen kızmıyorum. Köprüleri de hemen atmıyorum, koruyorum. Geri kalanları arıyorum, varsa izlerini takip ediyorum. Hırslarımı bir kenara bırakmaya çalışıyorum. Ve tam da bu noktada, şu ‘kurtlu patatesler’ aklıma geliyor. Hatırlıyor olmalısın, onu da sen anlatmıştın bana; Hani her derdi için bir patatesi yanında taşıyan ve sonunda da kurtlanan patatesler yüzünden derdine dert katan bir grup öğrenciyi. Ve dertlerini kenara koyan, patates taşımayan veletlerin de huzurla buluşmasını.
İşte bugün bu ‘affetmenin dayanılmaz hafifliğini’ bir kez daha yaşadım. Kendimi belki affedemiyorum her hata yaptığımda ama. Bugün bir patatesi daha filemden çıkardım. O kadar huzurluyum ki. Hani şu ‘Dertlerini terk et’ diyen spiker vardı ya, sanırım bir bildiği varmış. Keşke o gün affetmenin verdiği rahatlamayı da anlatsaymış, belki de huzuru çok daha erken bulacaktım; bunu bilemem. Ama artık seni tanıyorum, sen de beni tanıyorsun.
...
Sen varsın hayatımda, bana ‘ben’i kazandıran ‘dost’um!
Terme - 2015