Ağlamak için çok mu geç? Ya da susmak mümkün mü? Ağlayan kim ve ağlanan da ne? Bilinen ile bilinmeyen arasında bir sır... Kaybetmeden az önce. Ve ‘kayıp’ kapı çalmaya hazırlanırken! Kayıp... Kazanç da olabilir mi? Bir kapının kapanırken açtığı yeni ufuklar. Belki. Açılan ufkun karanlık olabilme ihtimali nedir? Beklemeli, karşılamalı... Ama çok sıkıntılı.
Sonu düşünmeden atılan bir ve bin adım. Tek tek ve yüzlerin binlere sonra da milyonlara karıştığı bir ordu nizamında adımlar! Ağlamak mümkün mü? Ya da süzülen damlaları durdurabilmek. Hangisi daha zor? Kalınacak yalnızlık mı? Düşülecek boşluk mu?
...
Hayatımdaki onca çelişkiye bir yenisi daha ekleniyor; kaçabilme ihtimali var mı? “Kaçmak” mı doğru sözcük acaba; yoksa bile bile içine yollanmak mı? Bilemiyorum, ya da biliyorum da kendime itiraf edemiyorum. Ne tuhaf! İnsan bildiğinden kaçamıyor. Cahillik mi ‘erdem’ acaba? Bilmesem yine aynı yerde olur muydum? Bunu da bilemem. Zaten bildiklerim de çok sınırlı.
Kenardayım...
Düşmeye çok yakın; bin bir pişmanlıklar içinde. Yanmaktan korkup, pişmenin çok berisinde hamlıklar içinde ve daha kendi çekirdeğinde, kendi çeperinde... Çok geride ama her türlü rezaletin tam göbeğinde! Ne ve niçin? ... Ama asıl soru bu değil? ‘Nasıl’ olmalı! ‘Dönüş nasıl?’ ... Nasıl?
Dönmek...
Gidilemeyen uzaklıklara dönmek! Çıkılamayan gurbetlerden dönmek... ‘Gitmek’ anlamında bir dönüş! Yaşanılanları geride bırakarak ileriye gitmek; aslında ‘ÖZ’e dönmek.
Ne mümkün?
Terme - 2010