T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
İSTANBUL / BAŞAKŞEHİR - İBB Yavuz Sultan Selim Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi

TANIŞMA

 

 

HİKÂYE )

Anlaşılmak da zordu anlamaya çalışmak da. Zaten ne zaman gelse her şey çoktan kurulmuş oluyordu. O ise, sanki, sadece bir figürana olan ihtiyacı karşılamak için ortada kalıveriyordu her seferinde. Çevresindekileri ne kadar tanımak istese etrafındaki herkes bir karanlık girdapta kaybolup gidiyordu.

- Saatiniz var mı acaba?

Tüm cesaretini toplayarak yanına oturduğu genç adama bunu sormak için kendi kendine en az on kez tekrar etmişti, her bir sözcüğü defalarca düşünerek. Bu iyi bir başlangıç olabilir miydi? Ya da doğrudan bir şey mi isteseydi? Ama şimdi bunun bi’ önemi kalmamıştı; çünkü ilk hedefi olan tabureyi kendine çekmiş tek hamlede oturuvermişti.

- Üzgünüm saat kullanmıyorum. Cevabı acaba bir tersleme miydi? Kalkıp gitmeli miydi? Yoksa bir daha mı denemeliydi? Öyle yaptı, şansını yine zorladı: - Benim cep telefonumun şarjı bitti de... Sizde de mi telefon yok? Evet, bu biraz hesap sorucu nitelikte bir soruydu. Hem ona neydi, varsa da yoksa da ona ne oluyordu ki? Telefonlardan sorumlu devlet memuruydu sanki! Ama sormuştu işte ikinci hamlesinde.

- A, evet, unutmuşum. Telefonlarda artık her bir şey var, saat de buna dahil. Bu çok iyi bir sallamaydı, işe de yaramıştı. Yoksa yaramamış mıydı? Adam hâlâ saatin kaç olduğunu söylememişti. Bir şeyi hatırlar gibi yapıp çantasının altında kalmış telefonunu usulca itiverdi kenara ama ekranına bakıp da cevap vermemişti. Bu ne dalgınlıktı böyle!

Birazca zaman geçmiş ama yeni bir ortam için gereğinden fazla bir sessizlik yaşanmıştı. Dayanamadı, bir kez daha şansını denedi: - Evet, artık telefonlarda her bir şey var. Adamın cümlesini kelimesi kelimesine tekrar etmesi ne onu ne de karşısındaki, ruhundan ayrı kalmış ve bedeninde hapsolmuş izlenimi veren bu şaşkın adamının dikkatini çekmişti. - Saat de buna dahil, dediğinde ilk kez göz göze gelmişlerdi. Adamın gözleri yeşil ile mavi arası tuhaf bir renkteydi. Daha önce görmemişti böylesini. Aslında renk konusu o an için çok da problem değildi. Hâlâ sağlıklı bir iletişim kuramamıştı. Gerçi kim, yanına oturan yabancı bir kişiye anında ısınabilir ki? Bununki de aşırı bir beklenti işte!

Dakikalarca içinden yapmış olduğu provalar onu bu kıvama getirmişti olmalıydı. Kendini adama oldukça yakın hissetmişti. Ama karşısındaki adamın değil onu, burnunun ucunu görecek hali yoktu. Adamcağızın hasta olduğunu ve kalan ömrünü de böyle kuytu köşelerde kendisini dinleyerek geçiren biri olduğunu nereden bilebilirdi ki? Müneccim değildi ya! Sadece, kendi yalnızlığından kurtulmak için sığınacağı bir liman arıyordu. Ve kader onu karşısına bırakmıştı, diğerlerini elinden aldığı gibi.

Saat kaç olmuştu, kimin umrundaydı? Adam zamandan sıyrılalı yüzyıllar olmuş gibi hissediyordu. Kalan ömrü için, lafı hiç eveleyip gevelemeden yüzüne karşı: - Sanırım üç aya kalmaz, gidersiniz! diyen doktorun odasından çıktığından beri böyle hissediyordu. Sahi zaman artık geçiyor muydu? Her şey durmuş, donmuş ve soğuktu. Ki bu ısrarcı saat meraklısı kendisini daldığı derinliklerden çıkarana kadar.

Elini telefonuna isteksiz bir tavırla uzatırken, saati söylediğinde bu yabancının gidip gitmeyeceğini düşünüyordu. - Saat de epey olmuş, şey olmuş. Aa, benim de şarjım bitmiş! dediğinde şaşırmış gibi yaptı, oysaki artık her şey gibi telefonuna da değer vermiyor, gerekli şarjı kontrol etmeden sokağa çıkıyordu. Ve bugün de telefonu onu yarı yolda bırakmıştı, bedeninin onu otuzuna varmadan yarı yolda bıraktığı gibi. - Neyse, zaten bir acelem de yoktu. Aslında gerçeği isterseniz sizinle tanışmak istemiştim sadece, merak ettiyseniz saati ben size söyleyeyim diyerek bakışlarını gökyüzüne kaydırdı. - Sanırım dörde geliyor; çünkü bu mevsimde, güneş bu seviyelerde oluyor, bu vakitlerde!

Az daha coğrafya dersine lisedeyken kaldığı yerden devam edeceğini düşündü adam. Neyseki coğrafyadan tarihe ya da felsefeye bağlamaya kalkmamıştı bu meraklı yabancı. Ne yapmalıydı bundan kurtulması için? Düşündü ve: - Ben gitmeliyim, dedi. Bu alenen bir kaçıştı. Gerçi nereye gidecekti? Bu anlamsız bir çıkış olmuştu. Kalktığı yerde birkaç saniye bekleyip öylece çöküverdi yerine. Öyle bir yıkılıştı ki bu oturuş, onu kim görse az buçuk anlayabilirdi, içinde ne fırtınalar estirdiğini. Meraklı yabancı da anlamıştı bir şeyler. O da kendinden kaçarken bulmuştu bu adamı zaten. Vücut dilinden gayet iyi analiz edebiliyordu onu.

Kendisi de kaçıyordu; hatıralarından, yaşadıklarından ve yaşayamadıklarından. Şimdi ısrarla bu adamı anlamaya çalışıyordu. Gereksiz bi’ beklenti içinde olduğunu fark etmesine rağmen devam etmek istiyordu: - Dalgın görünüyorsunuz. Rahatsız mı ettim? İsterseniz ben kalkayım? Adam bileğinden tutup yerine oturmasını istedi. Kötü bir başlangıç olmuştu bu. Kim kimden kaçıyor belli değildi. Sözler kalpten miydi yoksa kırılmak istenilmeyen bir yabancı için nezaket dairesinde mi dönülüyordu?

Sessizce oturdu taburesine, garsona işaret edip iki kahve siparişi de verdi, tanışma faslını kazanmış olmanın gururuyla.

 

 

Terme - 2019

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 13.06.2024 - Güncelleme: 24.06.2024 22:07 - Görüntülenme: 74
  Beğen | 0  kişi beğendi

Etiketler :
TANIŞMA,